Hısımlık dereceleri, bir kişinin akrabalarıyla olan yakınlık seviyesini ifade eder. Türk Medeni Kanunu'nda hısımlık dereceleri, kişilerin birbirleriyle olan soy bağlarına göre belirlenir. İki temel hısımlık türü vardır: kan hısımlığı ve kayın hısımlığı.
Kan Hısımlığı (Soy bağı): Bir kişinin soyundan gelen veya o kişiyle aynı soydan gelen kişilerle olan hısımlığıdır. Kan hısımlığı iki şekilde sınıflandırılır:
Düz Hısımlık (Doğrudan Hısımlık): Kişinin atası veya soyundan gelenlerle olan hısımlığıdır. Örneğin, anne-baba, dede-nine, çocuklar, torunlar bu kategoriye girer.
Yan Hısımlık (Yan Hısımlık): Kişinin aynı soydan gelmeyip de soydaşlarından biriyle ortak atası olan kişilerle olan hısımlığıdır. Örneğin, kardeşler, amca, hala, teyze, dayı, yeğenler bu kategoriye girer.
Kayın Hısımlığı: Evlilik yoluyla kazanılan hısımlıktır. Kişinin eşinin kan hısımlarıyla olan hısımlığıdır. Örneğin, kayınpeder, kayınvalide, görümce, elti, baldız, enişte, yenge bu kategoriye girer.
Hısımlık dereceleri, kişiler arasındaki kuşak farkına göre hesaplanır. Örneğin, bir kişi ile onun çocuğu arasında birinci derece hısımlık, torunu ile ikinci derece hısımlık, kardeşi ile de yine birinci derece yan hısımlık vardır.
Hısımlık dereceleri, miras hukuku, nafaka yükümlülükleri, velayet, vesayet gibi birçok hukuki konuda önem taşır. Bu nedenle, hukuki işlemlerde hısımlık derecelerinin doğru tespiti büyük önem arz eder.
Hısımlık derecesinin hesaplanması, kişiler arasındaki soy bağına ve kuşak farkına göre yapılır. Türk Medeni Kanunu'na göre, hısımlık derecesini hesaplarken aşağıdaki kurallar uygulanır:
Düz Hısımlık (Doğrudan Hısımlık): Düz hısımlıkta, kişiler arasındaki kuşak sayısı hısımlık derecesini belirler. Örneğin, bir kişi ile onun çocuğu arasında bir kuşak farkı vardır, bu nedenle birinci derece düz hısımlık söz konusudur. Bir kişi ile onun torunu arasında iki kuşak farkı vardır, bu nedenle ikinci derece düz hısımlık söz konusudur.
Yan Hısımlık (Yan Hısımlık): Yan hısımlıkta, ortak ataya kadar olan kuşak sayısı ve oradan diğer kişiye kadar olan kuşak sayısı toplanır. Örneğin, bir kişi ile onun kardeşi arasında ortak ata (anne veya baba) vardır ve her iki tarafa da birer kuşak sayılır, bu nedenle birinci derece yan hısımlık söz konusudur. Bir kişi ile onun yeğeni (kardeşinin çocuğu) arasında ise, ortak ata (anne veya baba) ve oradan yeğene kadar iki kuşak sayılır, bu nedenle ikinci derece yan hısımlık söz konusudur.
Kayın Hısımlığı: Kayın hısımlığında, kişinin eşi ile olan hısımlık derecesi esas alınır ve eşin kan hısımlarıyla olan hısımlık derecesi aynı şekilde hesaplanır. Örneğin, bir kişi ile onun kayınpederi veya kayınvalidesi arasında birinci derece kayın hısımlığı vardır çünkü eşi ile kayınpederi veya kayınvalidesi arasında birinci derece düz hısımlık vardır.
Hısımlık derecesinin hesaplanması, miras hukuku, nafaka yükümlülükleri, velayet, vesayet ve benzeri birçok hukuki konuda önem taşır. Bu nedenle, hukuki işlemlerde hısımlık derecelerinin doğru tespiti büyük önem arz eder.
Kan hısımlığı ve kayın hısımlığı, hukuki ve sosyal açıdan farklı türde akrabalık ilişkilerini ifade eder. İşte bu iki hısımlık türü arasındaki temel farklar:
Tanım ve Köken:
Kan Hısımlığı (Soybağı): Bir kişinin doğum yoluyla bağlı olduğu aile üyeleriyle olan ilişkisidir. Bu, kişinin anne, baba, kardeş, çocuk, torun gibi doğrudan soyundan gelen veya aynı soydan gelen kişilerle olan ilişkisini kapsar.
Kayın Hısımlığı: Evlilik yoluyla kazanılan akrabalık ilişkisidir. Kişinin eşinin kan hısımlarıyla olan ilişkisini ifade eder. Örneğin, kayınpeder, kayınvalide, görümce, baldız gibi.
Hukuki Sonuçları
Kan Hısımlığı: Miras hukuku, velayet, nafaka yükümlülükleri gibi birçok hukuki konuda doğrudan etkilidir. Kan hısımlığı, mirasçılık sıralamasında ve aile hukukunda önemli bir rol oynar.
Kayın Hısımlığı: Genellikle miras hukukunda doğrudan bir rol oynamaz. Ancak, aile hukuku ve bazı sosyal hukuk alanlarında etkili olabilir. Örneğin, eşin ailesiyle olan ilişkiler, aile içi ilişkiler ve bazı sosyal haklar açısından önem taşıyabilir.
Süreklilik:
Kan Hısımlığı: Doğumla başlar ve kişinin ömrü boyunca devam eder. Değişmez ve sona ermez.
Kayın Hısımlığı: Evlilikle başlar ve evliliğin sona ermesiyle (boşanma veya eşin ölümü gibi) sona erebilir.
Yasal İşlemler:
Kan Hısımlığı: Yasal işlemlerde, özellikle miras ve aile hukukunda, kan hısımlığı doğrudan dikkate alınır.
Kayın Hısımlığı: Yasal işlemlerde genellikle ikincil bir rol oynar ve kan hısımlığı kadar etkili değildir.
Bu farklar, hukuki işlemlerde ve sosyal ilişkilerde hısımlık türlerinin nasıl değerlendirildiğini gösterir. Her iki hısımlık türü de aile yapısının önemli bir parçasıdır ve farklı hukuki ve sosyal sonuçlara sahiptir.
Evlat edinme, bir çocuğun hukuki olarak başka bir aileye veya kişiye ait olmasını sağlayan bir süreçtir. Evlat edinme ile evlat edinilen çocuk, evlat edinen kişi veya aile ile kan hısımlığı olmayan bir bağ kurar. Bu süreç, çocuğun hukuki ve sosyal statüsünü değiştirir ve ona yeni bir aile yapısı sağlar. Evlat edinme ve hısımlık ilişkisi konusunda dikkate alınması gereken bazı önemli noktalar şunlardır:
Hukuki Statü: Evlat edinme ile çocuk, evlat edinen kişi veya ailenin kan hısımlığına eşdeğer bir hukuki statü kazanır. Bu, çocuğun evlat edinen kişi veya ailenin soyadını alması, miras hakkına sahip olması ve aile içindeki diğer çocuklar gibi haklara sahip olması anlamına gelir.
Miras Hakkı: Evlat edinilen çocuk, kan hısımlığı olan çocuklar gibi miras hakkına sahip olur. Evlat edinen kişi veya ailenin vefatı durumunda, çocuk kan hısımlığı olan diğer çocuklarla eşit miras hakkına sahiptir.
Velayet ve Nafaka Yükümlülükleri: Evlat edinen kişi veya aile, çocuğun velayetini üstlenir ve onun bakımı, eğitimi ve diğer ihtiyaçlarından sorumlu olur. Ayrıca, evlat edinme sona erdirilmediği sürece, çocuğa nafaka sağlama yükümlülüğü de bulunur.
Aile İçi İlişkiler: Evlat edinilen çocuk, evlat edinen ailenin diğer üyeleriyle hukuki olarak kan hısımlığına eşdeğer bir ilişki kurar. Bu, çocuğun evlat edinen kişinin ebeveynleri, kardeşleri ve diğer akrabalarıyla hukuki olarak hısımlık ilişkisi içinde olması anlamına gelir.
Evlilik Yasağı: Evlat edinilen çocuk, evlat edinen kişi veya ailenin diğer üyeleriyle evlenemez. Bu, kan hısımlığı olan aile üyeleri arasındaki evlilik yasağına benzer bir durumdur.
Hukuki İşlemler: Evlat edinme süreci, mahkeme kararıyla resmi olarak tamamlanır ve çocuğun nüfus kayıtlarında değişiklik yapılmasını gerektirir.
Evlat edinme, çocuğun ve evlat edinen ailenin hayatında önemli değişiklikler yaratır ve çocuğa yeni bir aile, hukuki haklar ve sorumluluklar sağlar. Bu süreç, çocuğun refahını ve korunmasını sağlamak için titizlikle düzenlenmiştir.
Hısımlık ilişkileri, miras hukukunda merkezi bir role sahiptir. Türk Medeni Kanunu'nda mirasçıların kimler olacağı ve mirasın nasıl paylaştırılacağı, büyük ölçüde hısımlık derecelerine göre belirlenir. İşte hısımlık ilişkilerinin miras hukukundaki yeri ile ilgili bazı önemli noktalar:
Mirasçıların Sıralaması: Kan hısımları, mirasçılık sıralamasında öncelikli yer alır. Miras bırakanın çocukları, ebeveynleri ve kardeşleri gibi yakın kan hısımları, mirastan pay alma hakkına sahiptir.
Miras Payları: Hısımlık derecesi, miras paylarının nasıl dağıtılacağını belirler. Örneğin, birinci derece kan hısımları (çocuklar) mirasın tamamına eşit olarak hak sahibi olurken, daha uzak derecedeki hısımların payları azalır veya mirasçı olmaktan çıkarlar.
Yasal Mirasçılar: Miras bırakanın vasiyetname bırakmamış olması durumunda, yasal mirasçılar hısımlık derecelerine göre belirlenir. Öncelikle birinci derece kan hısımları (çocuklar ve eş), ardından ikinci derece kan hısımları (ebeveynler ve kardeşler) ve daha sonra üçüncü derece kan hısımları (dedeler, nineler, amcalar, teyzeler vb.) mirasçı olurlar.
Eşin Miras Hakkı: Eş, kan hısımları ile birlikte mirasçı olur. Eşin miras payı, diğer mirasçıların varlığına ve hısımlık derecelerine göre değişir.
Saklı Pay: Kan hısımlarının bazıları, miras bırakanın vasiyetnamesine rağmen, mirastan alacakları minimum payı (saklı pay) koruma altına alır. Örneğin, çocuklar ve eş, mirasın belli bir oranını almak zorundadır.
Kayın Hısımlığının Rolü: Kayın hısımları (örneğin, kayınpeder, kayınvalide) genellikle doğrudan mirasçı olarak kabul edilmezler. Ancak, eşin miras hakkı dolaylı olarak kayın hısımlarını da etkileyebilir.
Evlat Edinme ve Miras: Evlat edinilen çocuklar, kan hısımları gibi mirasçı olurlar ve mirastan pay alma hakkına sahiptirler.
Hısımlık ilişkilerinin miras hukukundaki yeri, mirasın adil ve düzenli bir şekilde dağıtılmasını sağlamak için önemlidir. Bu, aile içi ilişkilerin korunmasına ve miras bırakanın mal varlığının aile üyeleri arasında uygun bir şekilde paylaştırılmasına yardımcı olur.
Hısımlık ilişkileri, velayet ve vesayet hukukunda önemli bir rol oynar. Bu iki hukuki kavram, çocukların veya yetişkinlerin bakımı ve korunması ile ilgilidir ve hısımlık dereceleri, velayet ve vesayet kararlarında dikkate alınır. İşte hısımlık ilişkilerinin velayet ve vesayet hukukundaki etkileri:
Velayet:
Velayetin Belirlenmesi: Çocukların velayeti genellikle anne veya babaya verilir. Boşanma veya ayrılık durumunda, çocukların velayeti, çocuğun menfaatine en uygun olan ebeveyne verilir. Bu kararda, çocuğun yaşam koşulları, ebeveynlerin çocuğa bakma kapasitesi ve hısımlık ilişkileri dikkate alınır.
Yakın Hısımların Rolü: Eğer anne ve baba velayeti üstlenemeyecek durumdaysa (ölüm, hastalık, yetersizlik gibi), çocuğun bakımı ve korunması için yakın hısımlar (dedeler, nineler, amcalar, teyzeler vb.) devreye girebilir.
Vesayet:
Vesayetin Belirlenmesi: Vesayet, reşit olup da kendi işlerini göremez durumda olan kişiler için atanır. Bu kişilerin bakımı, mal varlığının yönetimi ve diğer hukuki işlemleri için bir vasi atanır.
Hısımlık İlişkilerinin Önemi: Vesayet kararında, vesayet altına alınacak kişinin yakın hısımları öncelikli olarak dikkate alınır. Örneğin, ebeveynler, yetişkin çocuklar veya diğer yakın akrabalar vasi olarak atanabilir.
Hısımların Hakları ve Sorumlulukları: Vasi olarak atanan hısımlar, vesayet altındaki kişinin menfaatlerini korumakla yükümlüdür. Bu, onların sağlık, eğitim, bakım ve mal varlığı yönetimi gibi konularda kararlar almasını gerektirir.
Hem velayet hem de vesayet kararlarında, hısımlık ilişkileri, çocukların veya yetişkinlerin en iyi menfaatlerinin korunmasında önemli bir faktördür. Hukuki süreçlerde, hısımlık dereceleri ve aile içi ilişkiler, kararların adil ve etkili bir şekilde alınmasına yardımcı olur. Bu süreçler, bireylerin korunması ve refahının sağlanması için titizlikle düzenlenmiştir.
Hısımlık ilişkileri, nafaka yükümlülüklerinin belirlenmesinde önemli bir rol oynar. Türk Medeni Kanunu'nda belirtilen nafaka yükümlülükleri, bireylerin birbirlerine karşı olan bakım ve destek sorumluluklarını ifade eder. İşte hısımlık ilişkilerinin nafaka yükümlülüklerine etkisi:
Eşler Arası Nafaka: Evlilik birliği içinde veya boşanma sonrasında, ekonomik durumu daha iyi olan eşin diğer eşe nafaka ödemesi gerekebilir. Bu, ihtiyaç nafakası, tedbir nafakası veya yoksulluk nafakası şeklinde olabilir.
Çocuk Nafakası: Ebeveynler, çocuklarının bakımı, eğitimi ve genel ihtiyaçları için nafaka ödemekle yükümlüdürler. Boşanma durumunda velayeti almayan ebeveyn, çocuğun ihtiyaçlarına göre belirlenen bir miktar nafaka ödemek zorundadır.
Yakın Kan Hısımlarına Nafaka: Kan hısımları arasında, özellikle birinci ve ikinci derece yakın hısımlar (örneğin, ebeveynler, çocuklar, kardeşler) arasında, ihtiyaç halinde nafaka yükümlülüğü bulunabilir. Bu, bir hısımın bakıma muhtaç olması ve diğer hısımın ekonomik olarak destek sağlayabilecek durumda olması durumunda geçerlidir.
Velayet Altındaki Çocuklara Nafaka: Velayeti bir ebeveyne verilen çocuklar için, diğer ebeveynin çocuğun ihtiyaçlarına göre nafaka ödemesi gerekebilir.
Vesayet Altındaki Kişilere Nafaka: Vesayet altına alınan kişilerin bakımı ve ihtiyaçları için, yakın hısımlarının nafaka ödemesi gerekebilir.
Evlilik Dışı Çocuklara Nafaka: Evlilik dışı doğan çocuklar için de, biyolojik ebeveynlerin nafaka yükümlülükleri bulunmaktadır.
Hısımlık ilişkilerinin nafaka yükümlülüklerine etkisi, bireylerin birbirlerine karşı olan bakım ve destek sorumluluklarını yansıtır. Bu yükümlülükler, ihtiyaç sahibi kişilerin korunmasını ve refahını sağlamak amacıyla hukuki düzenlemelerle belirlenmiştir. Nafaka miktarı ve süresi, ihtiyaç sahibi kişinin durumu, nafaka ödeyecek kişinin ekonomik durumu ve diğer ilgili faktörler dikkate alınarak belirlenir.
Hısımlık ilişkileri, soybağı reddi davalarında önemli bir rol oynar. Soybağı reddi davası, bir çocuğun biyolojik olarak iddia edilen babasının çocuğu olmadığının hukuki olarak tespit edilmesi amacıyla açılan bir davadır. Bu tür davalar, genellikle çocuğun biyolojik babası olduğu iddia edilen kişi tarafından açılır. İşte hısımlık ilişkilerinin soybağı reddi davalarındaki rolü:
Baba Tarafından Açılma: Soybağı reddi davası, genellikle çocuğun babası olduğu iddia edilen kişi tarafından açılır. Bu kişi, çocuğun biyolojik babası olmadığına dair şüpheleri olduğunda veya çocuğun annesi ile evlilik dışı bir ilişki sonucu doğduğuna inandığında dava açabilir.
Anne Tarafından Açılma: Anne de, çocuğun biyolojik babasının başka bir kişi olduğuna inanıyorsa soybağı reddi davası açabilir.
Çocuğun Menfaatleri: Soybağı reddi davalarında, çocuğun menfaatleri önceliklidir. Mahkeme, çocuğun kimlik hakkı, nafaka hakkı ve miras hakkı gibi konuları göz önünde bulundurur.
DNA Testi: Soybağı reddi davalarında genellikle DNA testi yapılır. Bu test, çocuğun biyolojik babası ile genetik bir bağının olup olmadığını belirlemek için kullanılır.
Hukuki Sonuçlar: Eğer dava sonucunda çocuğun biyolojik babası olduğu iddia edilen kişinin gerçekten çocuğun babası olmadığı tespit edilirse, bu kişinin çocuk üzerindeki tüm hukuki hakları sona erer. Bu, nafaka yükümlülüklerinin, miras haklarının ve velayet haklarının sona ermesi anlamına gelir.
Zaman Aşımı: Soybağı reddi davalarında zaman aşımı süreleri bulunmaktadır. Bu süreler, çocuğun doğumundan itibaren veya iddia edilen babanın çocuğun kendisine ait olmadığını öğrendiği tarihten itibaren başlar.
Soybağı reddi davaları, hısımlık ilişkilerini ve aile içi dinamikleri doğrudan etkileyebilir. Bu nedenle, bu tür davaların hassasiyetle ele alınması ve çocuğun menfaatlerinin korunması önemlidir.
Hısımlık ilişkileri, evlatlık ilişkisini önemli ölçüde etkiler. Evlat edinme işlemiyle, evlat edinilen çocuk evlat edinen kişi veya aile ile hukuki bir hısımlık ilişkisi kurar. Bu ilişki, kan hısımlığına eşdeğer hukuki sonuçlar doğurur. İşte hısımlık ilişkilerinin evlatlık ilişkisine etkileri:
Hukuki Statü: Evlat edinme işlemi tamamlandığında, evlat edinilen çocuk evlat edinen kişi veya ailenin kan hısımları gibi hukuki statü kazanır. Bu, çocuğun evlat edinen kişinin soyadını alması ve aile içindeki diğer çocuklar gibi haklara sahip olması anlamına gelir.
Miras Hakkı: Evlat edinilen çocuk, kan hısımları gibi mirasçı olur ve mirastan pay alma hakkına sahiptir. Evlat edinen kişi veya ailenin vefatı durumunda, çocuk kan hısımlığı olan diğer çocuklarla eşit miras hakkına sahiptir.
Velayet ve Nafaka Yükümlülükleri: Evlat edinen kişi veya aile, çocuğun velayetini üstlenir ve onun bakımı, eğitimi ve diğer ihtiyaçlarından sorumlu olur. Ayrıca, evlat edinme sona erdirilmediği sürece, çocuğa nafaka sağlama yükümlülüğü de bulunur.
Aile İçi İlişkiler: Evlat edinilen çocuk, evlat edinen ailenin diğer üyeleriyle hukuki olarak kan hısımlığına eşdeğer bir ilişki kurar. Bu, çocuğun evlat edinen kişinin ebeveynleri, kardeşleri ve diğer akrabalarıyla hukuki olarak hısımlık ilişkisi içinde olması anlamına gelir.
Evlilik Yasağı: Evlat edinilen çocuk, evlat edinen kişi veya ailenin diğer üyeleriyle evlenemez. Bu, kan hısımlığı olan aile üyeleri arasındaki evlilik yasağına benzer bir durumdur.
Hukuki İşlemler: Evlat edinme süreci, mahkeme kararıyla resmi olarak tamamlanır ve çocuğun nüfus kayıtlarında değişiklik yapılmasını gerektirir.
Evlat edinme, çocuğun ve evlat edinen ailenin hayatında önemli değişiklikler yaratır ve çocuğa yeni bir aile, hukuki haklar ve sorumluluklar sağlar. Bu süreç, çocuğun refahını ve korunmasını sağlamak için titizlikle düzenlenmiştir.
Hısımlık ilişkileri, evlilik içindeki mal rejimini ve eşlerin birbirlerine karşı olan malvarlığı haklarını etkileyebilir. Türk Medeni Kanunu'nda belirtilen mal rejimleri, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesi durumunda eşlerin malvarlıklarının nasıl yönetileceğini ve paylaşılacağını düzenler. İşte hısımlık ilişkilerinin mal rejimine etkileri:
Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi: Türk Medeni Kanunu'nda varsayılan mal rejimi edinilmiş mallara katılma rejimidir. Bu rejimde, evlilik süresince edinilen mallar (edinilmiş mallar) eşler arasında paylaşılırken, evlilik öncesi sahip olunan mallar (kişisel mallar) ve bazı istisnai durumlarda edinilen mallar eşlerin kişisel malı olarak kalır.
Mal Ayrılığı Rejimi: Eşler, evlilik sözleşmesi ile mal ayrılığı rejimini seçebilirler. Bu durumda, her eş kendi malvarlığını bağımsız olarak yönetir ve evliliğin sona ermesi durumunda mallar paylaşılmaz.
Paylaşmalı Mal Ayrılığı Rejimi: Bu rejimde, eşlerin evlilik süresince edindikleri mallar paylaşılırken, kişisel mallar paylaşılmaz.
Evlilik Sözleşmesi: Eşler, evlilik öncesinde veya evlilik süresince mal rejimlerini değiştirebilecekleri bir evlilik sözleşmesi yapabilirler. Bu sözleşme, eşlerin malvarlığı haklarını ve yükümlülüklerini düzenler.
Evliliğin Sona Ermesi: Evlilik boşanma, ölüm veya diğer hukuki sebeplerle sona erdiğinde, mal rejimi de sona erer ve eşlerin malvarlıkları, seçtikleri mal rejimine göre paylaşılır veya ayrılır.
Miras Hakkı: Eşlerin birbirlerine karşı miras hakkı bulunur. Eşlerden birinin vefatı durumunda, sağ kalan eş kanuni mirasçı olarak mirastan pay alır.
Hısımlık ilişkilerinin mal rejimine etkisi, eşlerin malvarlığı haklarını ve yükümlülüklerini düzenler. Eşlerin seçtikleri mal rejimi, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesi durumunda malvarlıklarının nasıl yönetileceğini ve paylaşılacağını belirler. Bu düzenlemeler, eşlerin ekonomik ilişkilerinin adil ve şeffaf bir şekilde yürütülmesini sağlamak amacıyla yapılmıştır.
Hısımlık ilişkilerinin evlilik dışı çocuklar üzerindeki etkileri, çocuğun hukuki statüsü, miras hakları, nafaka yükümlülükleri ve aile içi ilişkileri açısından önemlidir. Türk Medeni Kanunu ve ilgili yasalar, evlilik dışı çocukların haklarını korumak için düzenlemeler içerir. İşte hısımlık ilişkilerinin evlilik dışı çocuklar üzerindeki etkileri:
Tanıma veya Babalık Davası: Evlilik dışı bir çocuğun babası tarafından tanınması veya mahkeme kararıyla babalığın tespiti, çocuğun hukuki statüsünü belirler. Tanınma veya babalık tespiti ile çocuk, babasının kan hısımları arasına girer.
Soyadı ve Nüfus Kaydı: Tanınma veya babalık tespiti sonrasında, çocuk babasının soyadını alır ve nüfus kayıtlarına işlenir.
Miras Hakları: Evlilik dışı çocuklar, tanındıkları veya babalıkları tespit edildiği takdirde, babalarının kanuni mirasçıları olurlar ve mirastan pay alma hakkına sahip olurlar.
Nafaka Yükümlülükleri: Biyolojik ebeveynler, evlilik dışı çocuklarının bakımı, eğitimi ve genel ihtiyaçları için nafaka ödemekle yükümlüdürler.
Velayet: Evlilik dışı çocuğun velayeti genellikle anneye verilir. Ancak, babanın da çocuğun velayeti veya ziyaret hakları konusunda talepleri olabilir.
Aile İçi İlişkiler: Tanınma veya babalık tespiti ile çocuk, babasının ailesiyle hukuki hısımlık ilişkisi kurar. Bu, çocuğun dede, nine, amca, teyze gibi akrabalarla hukuki bağlar kurmasını sağlar.
Eşitlik İlkesi: Türk hukukunda, evlilik dışı çocuklar ile evlilik içi çocuklar arasında ayrım yapılmaz ve her iki durumdaki çocuklar eşit haklara sahiptir.
Hısımlık ilişkilerinin evlilik dışı çocuklar üzerindeki etkileri, çocukların hukuki statüsünü, aile içi ilişkilerini ve ekonomik haklarını doğrudan etkiler. Bu düzenlemeler, evlilik dışı çocukların korunmasını ve refahını sağlamak amacıyla yapılmıştır.
Hısımlık ilişkileri, sosyal güvenlik hakları açısından da önemli bir rol oynar. Türkiye'de sosyal güvenlik sistemi, bireylerin ve ailelerinin yaşam standartlarını korumayı ve sosyal refahı artırmayı amaçlar. İşte hısımlık ilişkilerinin sosyal güvenlik haklarına etkileri:
Sağlık Sigortası: Türkiye'de Genel Sağlık Sigortası (GSS) kapsamında, sigortalı kişilerin eşleri ve çocukları gibi birinci derece yakınları da sağlık hizmetlerinden faydalanabilir. Bu, hısımlık ilişkilerinin sağlık sigortası haklarına doğrudan etkisi olduğunu gösterir.
Emeklilik ve Dul Yetim Aylığı: Sigortalı bir kişinin vefatı durumunda, eşi ve çocukları gibi yakın hısımları, dul veya yetim aylığı alabilirler. Bu, hısımlık ilişkilerinin emeklilik ve sosyal güvenlik haklarına etkisi açısından önemlidir.
İşsizlik Sigortası: İşsiz kalan sigortalı kişiler, belirli şartlar altında işsizlik ödeneği alabilirler. Bu durum, aile bireylerinin geçimini sağlamada önemli bir rol oynar.
İş Kazası ve Meslek Hastalıkları: Sigortalı bir kişi iş kazası geçirirse veya meslek hastalığına yakalanırsa, tedavi masrafları sosyal güvenlik kurumu tarafından karşılanır. Ayrıca, bu durumlar sonucu vefat eden sigortalının yakınlarına maddi destek sağlanabilir.
Doğum ve Analık Sigortası: Hamile sigortalı kadınlar, doğum öncesi ve sonrası belirli bir süre için analık izni ve ödeneği alabilirler. Bu, aile içi hısımlık ilişkilerinin sosyal güvenlik haklarına etkisi açısından önemlidir.
Bakıma Muhtaçlık Durumu: Sigortalı kişinin bakıma muhtaç bir yakını varsa, sosyal güvenlik kurumu tarafından belirli şartlar altında bakım desteği sağlanabilir.
Hısımlık ilişkilerinin sosyal güvenlik haklarına etkisi, bireylerin ve ailelerinin yaşam standartlarını korumak ve sosyal refahı artırmak için önemlidir. Türkiye'de sosyal güvenlik sistemi, hısımlık ilişkilerini dikkate alarak, aile bireylerinin sağlık, emeklilik, işsizlik ve diğer sosyal güvenlik haklarından faydalanmalarını sağlar.
Hısımlık ilişkileri, sağlık hukuku açısından çeşitli yönlerden önem taşır. Bu ilişkiler, tıbbi karar verme süreçlerinden hasta haklarına ve organ bağışına kadar birçok alanda etkili olabilir. İşte hısımlık ilişkilerinin sağlık hukuku açısından önemi:
Tıbbi Karar Verme: Hasta, tıbbi karar verme yeteneğini kaybettiğinde (örneğin, bilinçsizlik veya akıl hastalığı durumlarında), yakın hısımları tıbbi kararlar verme yetkisine sahip olabilir. Bu, özellikle yaşamı tehdit eden durumlarda veya acil tıbbi müdahale gerektiren durumlarda önemlidir.
Hasta Hakları: Hasta hakları kapsamında, hastaların sağlık bilgilerine erişim hakkı bulunur. Ancak, hasta bu bilgileri paylaşma yeteneğini kaybettiğinde, yakın hısımlarının hasta adına bilgi alması ve gerekli kararları vermesi mümkün olabilir.
Velayet ve Vesayet: Çocuklar veya vesayet altındaki yetişkinler için tıbbi kararlar, vasisi veya velisi olan yakın hısımları tarafından verilir. Bu, çocuğun veya vesayet altındaki kişinin sağlık hizmetlerine erişimini ve tıbbi bakımını sağlar.
Organ ve Doku Bağışı: Bir kişinin vefatı sonrasında organ veya doku bağışı yapılması durumunda, yakın hısımlarının onayı gerekebilir. Bu, özellikle kişinin önceden bağışla ilgili bir beyanı olmadığı durumlarda önemlidir.
Psikiyatrik Tedavi ve Kararlar: Psikiyatrik rahatsızlıkları olan bireyler için alınacak tıbbi kararlar ve tedavi yöntemleri, yakın hısımların katılımı ve onayı ile gerçekleştirilebilir.
Sağlık Sigortası ve Temsil: Hasta, sağlık sigortası işlemlerini yürütemeyecek durumdaysa, yakın hısımları bu işlemleri hasta adına yürütebilir.
Tıbbi Malpraktis ve Hukuki İşlemler: Bir hastanın tıbbi malpraktis mağduru olduğu durumlarda, yakın hısımları hasta adına hukuki işlemleri başlatabilir ve takip edebilir.
Hısımlık ilişkilerinin sağlık hukuku açısından önemi, hastaların tıbbi karar verme süreçlerinden hasta haklarına ve organ bağışına kadar geniş bir yelpazede kendini gösterir. Bu ilişkiler, özellikle hasta karar verme yeteneğini kaybettiğinde veya acil tıbbi müdahale gerektiğinde kritik öneme sahip olabilir. Hukuki düzenlemeler, hastaların sağlık hizmetlerine erişimini ve tıbbi bakımını sağlamak amacıyla hısımlık ilişkilerini dikkate alır.
Hısımlık ilişkileri, ceza hukuku bağlamında da önemli bir yere sahiptir. Bu ilişkiler, suçların nitelendirilmesinden, cezaların belirlenmesine ve bazı hukuki muafiyetlere kadar çeşitli yönlerde etkili olabilir. İşte hısımlık ilişkilerinin ceza hukukundaki yeri:
Suçların Nitelendirilmesi: Bazı suçlar, mağdurun faille olan hısımlık ilişkisine göre farklı şekilde nitelendirilebilir. Örneğin, aile içi şiddet veya aile bireylerine karşı işlenen suçlar, hısımlık ilişkisine dayalı olarak ayrı bir kategori altında değerlendirilebilir.
Cezaların Belirlenmesi: Hısımlık ilişkileri, cezaların belirlenmesinde de rol oynayabilir. Bazı durumlarda, aile bireylerine karşı işlenen suçlar daha ağır cezalar gerektirebilir, çünkü bu suçlar aile yapısını ve toplumsal düzeni bozucu nitelikte olabilir.
Şikâyet Şartı: Bazı suçlar için, mağdurun şikâyeti olmadan kovuşturmaya geçilemez. Özellikle aile içi suçlarda, mağdurun şikâyeti olmaksızın ceza kovuşturması başlatılamayabilir.
Ceza Sorumluluğundan Muafiyet: Bazı durumlarda, hısımlık ilişkileri nedeniyle failin ceza sorumluluğu hafifletilebilir veya tamamen muaf tutulabilir. Örneğin, yakın akrabaların birbirlerine karşı işledikleri bazı suçlarda, ceza sorumluluğu hafifletilebilir.
Tanıklık Zorunluluğu: Hısımlık ilişkileri, tanıklık zorunluluğunu da etkileyebilir. Bazı durumlarda, yakın hısımların birbirlerine karşı tanıklık yapmaktan muaf tutulduğu hükümler bulunabilir.
Aile İçi Suçların Önlenmesi: Ceza hukuku, aile içi suçların önlenmesi ve mağdurların korunması amacıyla, aile içi şiddetle mücadelede önemli bir rol oynar. Bu kapsamda, koruma tedbirleri ve diğer önleyici tedbirler alınabilir.
Hısımlık ilişkilerinin ceza hukukundaki yeri, suçların nitelendirilmesinden cezaların belirlenmesine, hukuki muafiyetlerden tanıklık zorunluluklarına kadar geniş bir yelpazede kendini gösterir. Ceza hukuku, aile içi suçların önlenmesi ve mağdurların korunması amacıyla hısımlık ilişkilerini dikkate alır ve bu ilişkileri hukuki düzenlemelerle düzenler.
Hısımlık ilişkileri, tanıma ve tenfiz davalarında merkezi bir rol oynar. Tanıma davaları, genellikle bir çocuğun babalığının hukuki olarak tespit edilmesi amacıyla açılırken; tenfiz davaları, yabancı bir ülkede alınmış bir mahkeme kararının başka bir ülkede tanınması ve uygulanması için açılır. İşte hısımlık ilişkilerinin bu tür davalar üzerindeki etkisi:
Tanıma Davaları:
Babalığın Tespiti: Tanıma davaları, genellikle evlilik dışı doğan çocukların babalarının kimliğinin hukuki olarak tespit edilmesi amacıyla açılır. Bu tür davalar, çocuğun hukuki statüsünü, miras haklarını, nafaka haklarını ve aile içi ilişkilerini doğrudan etkiler.
Hukuki Statü: Babalığın tespiti ile çocuk, babasının hukuki hısımlığına girer ve babasının soyadını alabilir.
Miras ve Nafaka Hakları: Tanıma davası sonucunda babalık tespit edildiğinde, çocuk babasının kanuni mirasçısı olur ve babasından nafaka talep edebilir.
Tenfiz Davaları:
Yabancı Kararların Tanınması: Tenfiz davaları, bir ülkede alınmış olan mahkeme kararının başka bir ülkede tanınması ve uygulanması için açılır. Bu, özellikle uluslararası boşanma, velayet, nafaka ve miras gibi hukuki meselelerde önemlidir.
Aile Hukuku Kararları: Tenfiz davaları sıklıkla aile hukuku kararları için kullanılır. Örneğin, bir ülkede alınmış boşanma, velayet veya nafaka kararının başka bir ülkede tanınması ve uygulanması için tenfiz davası açılabilir.
Hukuki İstikrar ve Güvenlik: Tenfiz davaları, uluslararası hukuki işlemlerde istikrar ve güvenliği sağlamak amacıyla önemlidir. Bu davalar, farklı ülkeler arasındaki hukuki işlemlerin düzenli ve tutarlı bir şekilde yürütülmesine yardımcı olur.
Hısımlık ilişkilerinin tanıma ve tenfiz davalarındaki rolü, bireylerin hukuki statüsünü, aile içi ilişkilerini ve ekonomik haklarını doğrudan etkiler. Bu tür davalar, özellikle uluslararası aile hukuku meselelerinde ve evlilik dışı doğan çocukların haklarının korunmasında kritik öneme sahiptir.
Hısımlık ilişkileri, özellikle eşler arası mal paylaşımı konusunda önemli bir rol oynar. Türk Medeni Kanunu'nda belirtilen mal rejimleri, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesi durumunda eşlerin malvarlıklarının nasıl yönetileceğini ve paylaşılacağını düzenler. İşte hısımlık ilişkilerinin eşler arası mal paylaşımına etkileri:
Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi: Türk Medeni Kanunu'nda varsayılan mal rejimi edinilmiş mallara katılma rejimidir. Bu rejimde, evlilik süresince edinilen mallar (edinilmiş mallar) eşler arasında paylaşılırken, evlilik öncesi sahip olunan mallar (kişisel mallar) ve bazı istisnai durumlarda edinilen mallar eşlerin kişisel malı olarak kalır.
Mal Ayrılığı Rejimi: Eşler, evlilik sözleşmesi ile mal ayrılığı rejimini seçebilirler. Bu durumda, her eş kendi malvarlığını bağımsız olarak yönetir ve evliliğin sona ermesi durumunda mallar paylaşılmaz.
Paylaşmalı Mal Ayrılığı Rejimi: Bu rejimde, eşlerin evlilik süresince edindikleri mallar paylaşılırken, kişisel mallar paylaşılmaz.
Evlilik Sözleşmesi: Eşler, evlilik öncesinde veya evlilik süresince mal rejimlerini değiştirebilecekleri bir evlilik sözleşmesi yapabilirler. Bu sözleşme, eşlerin malvarlığı haklarını ve yükümlülüklerini düzenler.
Evliliğin Sona Ermesi: Evlilik boşanma, ölüm veya diğer hukuki sebeplerle sona erdiğinde, mal rejimi de sona erer ve eşlerin malvarlıkları, seçtikleri mal rejimine göre paylaşılır veya ayrılır.
Miras Hakkı: Eşlerin birbirlerine karşı miras hakkı bulunur. Eşlerden birinin vefatı durumunda, sağ kalan eş kanuni mirasçı olarak mirastan pay alır.
Hısımlık ilişkilerinin eşler arası mal paylaşımına etkisi, eşlerin malvarlığı haklarını ve yükümlülüklerini düzenler. Eşlerin seçtikleri mal rejimi, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesi durumunda malvarlıklarının nasıl yönetileceğini ve paylaşılacağını belirler. Bu düzenlemeler, eşlerin ekonomik ilişkilerinin adil ve şeffaf bir şekilde yürütülmesini sağlamak amacıyla yapılmıştır.
17-Hısımlık İlişkilerinin Aile İçi Şiddet Hukukundaki Yeri
Hısımlık ilişkileri, aile içi şiddet hukukunda önemli bir yere sahiptir. Aile içi şiddet, hısımlık ilişkileri içerisinde meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemlerini kapsar ve mağdurların korunması için hukuki düzenlemeler bulunmaktadır. İşte hısımlık ilişkilerinin aile içi şiddet hukukundaki yeri:
Koruma Tedbirleri: Aile içi şiddet mağdurları için çeşitli koruma tedbirleri alınabilir. Bu tedbirler, şiddet uygulayan kişinin mağdura yaklaşmaması, iletişim kurmaması, evi terk etmesi gibi önlemleri içerebilir.
Şiddetin Cezai Yaptırımları: Aile içi şiddet uygulayan kişilere karşı cezai yaptırımlar uygulanabilir. Bu, hapis cezası, para cezası veya şiddet uygulayan kişinin rehabilitasyon programlarına katılması şeklinde olabilir.
Şikâyet Hakkı ve Kovuşturma: Aile içi şiddet mağdurlarının şikâyet hakkı bulunur ve şikâyet üzerine kovuşturma başlatılabilir. Bazı durumlarda, savcılık makamı re' sen harekete geçebilir.
Mağdur Destek Hizmetleri: Aile içi şiddet mağdurlarına yönelik destek hizmetleri sunulur. Bu hizmetler, psikolojik danışmanlık, hukuki yardım, barınma ve maddi destek gibi çeşitli alanları kapsayabilir.
Velayet ve Nafaka Kararları: Aile içi şiddet durumlarında, velayet ve nafaka kararları da etkilenebilir. Şiddet uygulayan ebeveynin çocuklarla ilişkisi sınırlanabilir veya velayet hakkı elinden alınabilir.
Önleyici ve Eğitici Tedbirler: Aile içi şiddetin önlenmesi amacıyla eğitici programlar ve kampanyalar düzenlenebilir. Bu programlar, toplumun şiddet konusunda bilinçlendirilmesi ve şiddetin önlenmesi amacını taşır.
Hısımlık ilişkilerinin aile içi şiddet hukukundaki yeri, mağdurların korunması, şiddet uygulayan kişilere karşı yaptırımların uygulanması ve şiddetin önlenmesi yönündedir. Aile içi şiddet, hısımlık ilişkileri içerisinde meydana geldiği için, bu tür şiddet eylemlerine karşı özel hukuki düzenlemeler ve koruma mekanizmaları bulunmaktadır. Bu düzenlemeler, mağdurların güvenliğini sağlamak ve aile içi şiddetin önlenmesine katkıda bulunmak amacıyla yapılmıştır.
Hısımlık ilişkileri, aile konutu hakkında da önemli etkilere sahiptir. Aile konutu, evlilik birliği içinde eşlerin birlikte yaşadığı ve aile hayatının odağını oluşturan konutu ifade eder. Türk Medeni Kanunu'nda aile konutu ile ilgili düzenlemeler bulunmakta ve bu düzenlemeler, hısımlık ilişkileri çerçevesinde eşlerin haklarını korumayı amaçlamaktadır. İşte hısımlık ilişkilerinin aile konutu hakkındaki etkileri:
Aile Konutu Şerhi: Aile konutu üzerinde, tapu siciline aile konutu şerhi konulabilir. Bu şerh, aile konutunun eşlerin rızası olmadan satılmasını, ipotek edilmesini veya kiraya verilmesini engeller.
Eşlerin Rızası: Aile konutu üzerinde yapılacak önemli işlemler için her iki eşin de rızası gereklidir. Bu, eşlerden birinin tek başına aile konutunu satması veya üzerinde başka bir tasarrufta bulunmasını engeller.
Aile Konutundan Çıkarma Yasağı: Eşlerden biri, diğer eşi haklı bir sebep olmaksızın aile konutundan çıkaramaz. Bu, eşlerden birinin diğerini evden zorla çıkarmasını önlemek amacıyla konulmuş bir düzenlemedir.
Boşanma ve Ayrılık Durumları: Boşanma veya ayrılık durumlarında aile konutunun kullanım hakkı, çocukların velayeti ve eşlerin durumuna göre mahkeme tarafından belirlenebilir. Bu, çocukların menfaatleri ve eşlerin yaşam standartlarının korunmasını amaçlar.
Miras Hukuku: Eşlerden birinin vefatı durumunda, sağ kalan eşin aile konutunda oturma hakkı bulunur. Bu hakkın süresi ve koşulları miras hukuku düzenlemelerine göre belirlenir.
Koruma Tedbirleri: Aile içi şiddet durumlarında, mağdur eşe aile konutunda kalma hakkı tanınabilir ve şiddet uygulayan eşin konuttan uzaklaştırılması sağlanabilir.
Hısımlık ilişkilerinin aile konutu hakkındaki etkileri, eşlerin ve aile bireylerinin yaşam alanlarının korunması ve güvence altına alınması yönündedir. Aile konutu, aile hayatının merkezi olduğu için, bu konut üzerindeki hukuki düzenlemeler eşlerin ve çocukların menfaatlerini gözetir ve aile birliğinin korunmasına katkıda bulunur.
HISIMLIK
BİRİNCİ BÖLÜM
SOYBAĞININ KURULMASI
BİRİNCİ AYIRIM
GENEL HÜKÜMLER
A. Genel olarak soybağının kurulması
Madde 282- Çocuk ile ana arasında soybağı doğumla kurulur.
Çocuk ile baba arasında soybağı, ana ile evlilik, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulur.
Soybağı ayrıca evlât edinme yoluyla da kurulur.
B. Davada yetki ve yargılama usulü
I. Yetki
Madde 283 - Soybağına ilişkin davalar, taraflardan birinin dava veya doğum sırasındaki yerleşim yeri mahkemesinde açılır.
II. Yargılama usulü
Madde 284- Soybağına ilişkin davalarda, aşağıdaki kurallar saklı kalmak kaydıyla Hukuk
Usulü Muhakemeleri Kanunu uygulanır:
1.
T.C. Yargıtay 2. HUKUK DAİRESİ
Esas : 2020/6688
Karar : 2021/170
Karar Tarihi :14.01.2021
ÖZET: Çocuğun soyadının annenin soyadı ile değiştirilmesi halinde, üstün yararı bakımından ruhsal gelişiminin olumsuz etkileneceği ileri sürülmediği gibi, aksine çocuğun soyadının annenin soyadıyla değiştirilmesinde çocuğun üstün yararının bulunduğu anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesinin benzer olaylarda verdiği hak ihlaline ilişkin kararları da gözetilerek davanın kabulüne karar vermek gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmayıp hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı anne tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Davacı anne dava dilekçesinde; davalı ... ile Ankara 9. Aile Mahkemesinin 29.12.2006 tarih, 2006/84 E. ve 2006/1393 K. sayılı ilamı ile boşandıklarını, ortak çocuk ...`in velayetinin kendisine verildiğini, davalı babanın 2012 yılından sonra ortak çocuk ile hiçbir iletişiminin olmadığını, çocuğun babasını tanımadığını, soyadlarının farklı olmasından dolayı günlük işlemlerde sorunlar yaşadıklarını, çocuğun da annesinin soyadı ile farklı soyadlarına sahip olmasını sorun haline getirdiğini, çocuğun ruhsal gelişimi ve manevi bütünlüğünün korunması için ortak çocuğun soyadının kendi soyadı olan ‘Yıldırım’ olarak değiştirilmesini talep ve dava etmiş, Ankara 18. Aile Mahkemesi`nin 17.07.2020 tarihli ilamı ile söz konusu değişikliğin çocuğun üstün yararına aykırı olmadığı, çocuğun soyadı değişmekle kişisel durumunun değişmeyeceği gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiş, bu karar üzerine davalı baba tarafından süresinde istinaf kanun yoluna başvurulmuş, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesinin 13.10.2020 tarih 2020/845 Esas 2020/1625 Karar sayılı ilamı ile çocuğun soyadının annenin kızlık soyadı ile değiştirilmesi yönünde çocuğun üstün yararının ispatlanmadığı gerekçesi ile davalının istinaf talebi kabul edilmiş, ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılarak davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı anne tarafından temyiz edilmiştir.
Dava münhasıran velayet hakkına sahip davacı annenin ortak çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesine yöneliktir.
Yapılan yargılama ve toplanan delillerden; tarafların boşandıkları, boşanma kararı ile birlikte ortak çocuk ...`in velayetinin davacı anneye bırakıldığı, davacı annenin halen velayet hak ve sorumluluğuna sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Çocuk ile ana arasında soybağı doğumla kurulur. Çocuk ile baba arasında soybağı, ana ile evlilik, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulur. Soybağı ayrıca evlât edinme yoluyla da kurulur (TMK m. 282). Evlilik dışında doğan çocuk, ana ve babasının birbiriyle evlenmesi hâlinde kendiliğinden evlilik içinde doğan çocuklara ilişkin hükümlere tâbi olur (TMK m. 292). Çocuk, ana ve baba evli ise ailenin soyadını taşır. Ancak, ana önceki evliliğinden dolayı çifte soyadı taşıyorsa çocuk onun bekârlık soyadını taşır (TMK m. 321).
Adın değiştirilmesi, ancak haklı sebeplere dayanılarak hâkimden istenebilir. Adın değiştirildiği nüfus siciline kayıt ve ilân olunur. Ad değişmekle kişisel durum değişmez. Adın değiştirilmesinden zarar gören kimse, bunu öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde değiştirme kararının kaldırılmasını dava edebilir (TMK m. 27). Soyadı, bireyin yaşamıyla özdeşleşen ve kişiliğinin ayrılmaz bir unsuru hâline gelen, birey olarak kimliğin belirlenmesinde en önemli unsurlardan biri ve vazgeçilmez, devredilmez, kişiye sıkı surette bağlı bir kişilik hakkıdır.
Velayet; ana veya babanın, ergin olmayan çocuklarının veya kısıtlanmış ergin çocuklarının kişi varlığına, malvarlığına ve bu iki husus hakkında onları temsiline ilişkin sahip oldukları hakların ve yükümlülüklerin bütününe denir (Akıntürk, Turgut: Türk Medeni Kanunu C.2, Aile Hukuku, İstanbul 2002, s. 400). Velayet, çocuk ergin oluncaya kadar onunla ilgili alınması zorunlu kararları alma hususunda veliye sorumluluk yükler ve onları yetkili kılar. Bu bakımdan modern hukukta velayet, bir hak olduğu kadar aslında çocuğun üstün yararının sağlanması bakımından yetki ve sorumluluk da içerdiğinden, hak ve yükümlülüklerin toplamı olarak kabul edilmektedir. Velayetin nihai amacı, henüz erginliğe ulaşmamış küçüğün, ileride bir yetişkin olarak gelecekteki hayata hazırlanmasını sağlamaktadır (AKYÜZ, Emine Çocuk Hukuku Çocuk Haklarının Korunması, 2012 s.220). 4721 sayılı Kanun'un velayet hakkına ilişkin 335 maddesinde, ergin olmayan çocuğun ana ve babasının velayeti altında olduğu, yasal sebep olmadıkça velayetin ana ve babadan alınamayacağı belirtilmek suretiyle evlilik ilişkisi süresince velayet hakkının ve bu kapsamdaki yetkilerin ortak kullanımına işaret edilmiş; 336. maddesinde evlilik devam ettiği sürece ana ve babanın velayeti birlikte kullanacağı, ortak hayata son verilmesi veya ayrılık hâlinde hâkimin velayeti eşlerden birine verebileceği, ana ve babadan birinin ölümü hâlinde velayetin sağ kalana, boşanmada ise çocuk kendisine bırakılan tarafa ait olduğu hüküm altına alınmış, velayet hakkı ve içerdiği yetkilerin kullanımı noktasında da eşlerin eşitliği prensibi yansıtılmaya çalışılmıştır.
Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde, velayet hakkı kapsamındaki yetkiler dâhilinde olan çocuğun soyadının belirlenmesi hususunun düzenlendiği 21.6.1934 tarihli ve 2525 sayılı Soyadı Kanunu'nun 4. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır." şeklindeki düzenleme Anayasa Mahkemesinin 08.12.2011 tarihli ve 2010/119 esas, 2011/165 karar sayılı kararı ile iptal edilmiş ve iptal kararı gerekçesinde, kadın ve erkeğin evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit hak ve sorumluluklara sahip olmaları gereğine yer veren uluslararası sözleşme hükümlerine de atıf yapılmak ve eşlerin, evliliğin devamı boyunca ve boşanmada sahip oldukları hak ve yükümlülükler bakımından aynı hukuksal konumda oldukları, erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını seçme hakkının kadına tanınmamasının, velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete göre ayırım yapılması sonucunu doğuracağı belirtilmek suretiyle itiraz konusu kuralın, Anayasa’nın 10. ve 41. maddelerine aykırı görülmesi nedeniyle iptaline karar verildiği belirtilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin 25.06.2015 ve 2013/3434 numaralı, 11.11.2015 tarih ve 2013/9880 numaralı, 20.07.2017 tarih ve 2014/1826 numaralı bireysel başvuru kararlarında ise; velayet hakkı tevdi edilen çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesi yönündeki talebin, velayet hakkı ve bu kapsamdaki yetkilerin kullanımı ile ilgili olması sebebiyle Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında ele alınması gereken bir hukuki değer olduğunu, koruma, bakım ve gözetim hakkı veya benzer terimlerle ifade edilen velayet hakkı kapsamında, çocuğun soyadını belirleme hakkının da yer aldığını, eşlerin evliliğin devamı boyunca ve boşanmada sahip oldukları hak ve yükümlülükler bakımından aynı hukuksal konumda olduğunu, erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını belirleme hakkının kadına tanınmamasının, velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete dayalı farklı bir muamele teşkil ettiğini, çocuğun bir aileye mensubiyetinin belirlenmesi amacıyla bir soyadı taşıması ile nüfus kütüklerindeki kayıtların güvenilirliği ve istikrarının sağlanmasında, çocuğun ve kamunun açık bir menfaati bulunmakla birlikte, annenin soyadının çocuğa verilmesinin söz konusu menfaatlerin tesisine olumsuz etkilerinin kesin olarak saptanması gerektiğini ve başvurulara konu yargısal uygulamaların ölçülü olduğunun kabul edilemeyeceğini belirterek, eldeki somut olaya benzer nitelikteki başvurulara konu yargısal kararlarda Anayasa’nın 20. maddesi ile birlikte değerlendirilen Anayasa'nın 10. maddesinde güvence altına alınan ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine karar verilmiş, aynı kararlarında ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemesine gönderilmesini de kararlaştırmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti adına 14 Mart 1985 tarihinde imzalanan "11 nolu Protokol ile Değişik İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmeye Ek 7 nolu Protokol", 6684 sayılı Kanun ile onaylanması uygun bulunarak, 25.03.2016 tarihli Resmi Gazete' de yayımlanıp yürürlüğe girmiş ve iç hukukumuz halini almıştır. Ek 7 nolu Protokol'ün 5. maddesi "Eşler, evlilik bakımından, evlilik süresince ve evliliğin bitmesi halinde, kendi aralarındaki ve çocuklarıyla olan ilişkilerinde, özel hukuk niteliği taşıyan hak ve sorumluluklar açısından eşittir. Bu madde, devletlerin çocuklar yararına gereken tedbirleri almalarına engel değildir." hükmünü içermektedir.
Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin Milletlerarası Antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda Milletlerarası Andlaşma hükümleri esas alınır (Türkiye Cumhuriyeti Anayasası m.90/son).
Kuşkusuz velayet kendisinde bulunan anne veya babanın, çocukla ilgili yapacağı her türlü iş ve işlemde çocuğun üstün yararını koruması gerektiği tartışmasızdır.
Çocuğun üstün yararı, çocuğu ilgilendiren her işte göz önüne alınması zorunlu olan ve belirli bir somut olayda çocuk için en iyisinin ne olduğunu belirlemede dikkate alınan bir ölçüt bir kılavuzdur. Çocuğun üstün yararı çocuğun haklarını garanti altına alan bir işlev de üstlenmektedir (YÜCEL, Özge Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt 1 Sayı 2, Aralık 2013, s. 117-137). Esasın da çocuğun üstün yararına gereken önemin verilmesi, yalnızca çocuğun ya da ana babanın değil, toplumun da menfaatinedir. Çünkü çocuğun sosyal, kültürel, fiziksel ve psikolojik yönden olumlu gelişimi, ilerde toplumda zararlı davranışlarının ortaya çıkmasını da engelleyecektir (BAKTIR, Çetiner Selma, Velayet Hukuku, Ankara 2000 s.33).
Çocuğun üstün yararı gereği, anne hiçbir gerekçe göstermeden, sırf velayetin kendisinde olduğunu ileri sürerek çocuğa kendi kızlık soyadının verilmesini isteyemez. Anne tarafından çocuğun soyadının değiştirilmesi davası açıldığında, çocuğun üstün yararına bakılır. Eğer çocuğun üstün yararı varsa annenin kızlık soyadı çocuğa verilebilir. Üstün yarar yoksa davanın reddine karar verilmelidir.
Somut olayda, velayet hakkına sahip davacı anne, davalı babanın çocuğa karşı ilgisiz olduğunu, babanın uzun zamandır çocuğu görmediğini, iletişiminin olmadığını, soyadlarının farklılığı sebebiyle günlük işlemlerde sorunlar yaşadıklarını, çocuğun okul hayatında da bu durumdan rahatsız olduğunu ileri sürmüş, davacı tanıkları da davalı babanın altı yedi yıldır çocuk ile hiçbir bağının olmadığını, telefonla bile görüşmediğini, çocuğun annesi ile olan soyadı farklılığının okul ve sosyal hayatında olumsuz etkileri olduğunu, çocuğun defter ve kitaplarına sadece ismini yazdığını beyan etmişlerdir. İdrak çağında olan ... de duruşmada dinlenmiş, o da babasının kendisi ile ilgilenmediğini, beş buçuk aylıktan şimdiye kadar annesi ile yaşadığını, annesi ile olan soyadı farklılığının okul ve sosyal hayatını olumsuz etkilediğini bu nedenlerle annesinin soyadını kullanmak istediğini söylemiştir. Çocuğun soyadının annenin soyadı ile değiştirilmesi halinde, üstün yararı bakımından ruhsal gelişiminin olumsuz etkileneceği ileri sürülmediği gibi, aksine çocuğun soyadının annenin soyadıyla değiştirilmesinde çocuğun üstün yararının bulunduğu anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesinin benzer olaylarda verdiği hak ihlaline ilişkin kararları da gözetilerek davanın kabulüne karar vermek gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmayıp hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, dosyanın ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi. 14.01.2021 (mevzuat.sinerjias.com.tr)
2.
T.C. Yargıtay 8. HUKUK DAİRESİ
Esas : 2017/11474
Karar : 2019/4864
Karar Tarihi :09.05.2019
ÖZET: Davada, davacı ...'ün gerçek babası ... hanesine tescili istemi Türk Medeni Kanunu'nun .. ve devamı maddelerinde düzenlenen babalığın tespiti istemine ilişkin olup, .. sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun 4.maddesinde .. sayılı Türk Medeni Kanununun ikinci kitabından üçüncü kısım hariç olmak üzere (TMK…) kaynaklanan bütün davalarda aile mahkemesinin görevli olduğunun hükme bağlandığı ve aile mahkemesi kurulmayan yerlerde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenen asliye hukuk mahkemelerinde davanın aile mahkemesi sıfatı ile görülüp karara bağlanması gerektiği dikkate alındığında, davanın babalık ve nüfus kaydının düzeltilmesi davası olarak tefrik edilip, eldeki davaya babalık davası olarak bakılması ve .. sayılı Af Kanunu'na göre tescilin iptali istemine ilişkin nüfus kaydının düzeltilmesi davasının bekletici mesele kabul edilmesi, davacının ... üzerindeki mevcut kaydının iptali isteminde ise, davanın nüfus kayıtlarındaki düzeltme davası olarak yeni bir esasa kaydedilip asliye hukuk mahkemesinde bakılmak üzere görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçe ile her iki dava yönünden de görevsizlik kararı verilmesi doğru görülmemiştir.
Dava: Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda görevsizlik kararı verilmiş olup hükmün bir kısım davalılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.
KARAR
Davacı vekili, dava dilekçesinde, davacının, annesi ile ...'nin gayriresmi ilişkisinden olmasına rağmen, ... kızı olarak nüfusa tescil edildiğini bildirirerek, gerçeğe aykırı oluşturulan mevcut kaydın iptali ile gerçek babasının ... olduğunun tespitini istemiştir.
Mahkemece; davacı ...'ın 1826 Sayılı Af Kanunu'na göre yapılan bildirimle nüfusa tescil edildiğinden davanın soybağının reddi davası olmayıp Af Kanun'u kapsamında yanlış bildirim nedeniyle nüfus kaydının düzeltilmesi davası olduğu, 5490 sayılı Yasa'nın 36. maddesine göre görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemeleri olduğu gerekçesi ile mahkemenin görevsizliğine, karar kesinleştiğinde dosyanın görevli İstanbul Nöbetçi Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
Davada maddi olguları ileri sürmek taraflara, nitelendirmesi hakime aittir. Davacı vekili bu dava ile davacı ...'ın gerçek babası ... olduğu halde, nüfus kaydında babası ... gibi tescil edildiğini bildirerek, adı geçenin nüfus kaydındaki baba adının iptali ile gerçek babası olan ... olarak düzeltilmesini istediğinden, davacının birbiriyle bağlantılı iki ayrı davası vardır. İlki mevcut nüfus kaydındaki baba kaydının iptali, ikincisi ise gerçek babası üzerine kayıt istemidir.
Nüfus kaydının düzeltilmesi davası, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.01.2008 tarihli ve 2008/2-36-47 sayılı içtihadında açıklandığı üzere, resmi sicilin belgelediği olgunun doğru olmadığı, baştan yanlış olarak kütüğe geçirilmesi nedeniyle, mevcut kaydın düzeltilmesi davasıdır. Böyle bir dava sonucunda, kaydının düzeltilmesi istenen kişinin, o tarihe kadar kayıtlı olduğu haneden çıkıp, başka bir haneye tescil edilecek olması da, davayı soybağı davası haline dönüştürmez. Bu nedenle davacının birinci talebi, gerçeğe aykırı beyanla baştan beri yanlış olan sicilin düzeltilmesi niteliğinde olup, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu'nun 36. maddesi kapsamına giren nüfus kaydının düzeltilmesi davasıdır. Nüfus kaydının düzeltilmesi davasında resmi sicilin belgelediği olgunun doğru olması, baştan yanlış olarak kütüğe geçirilmesi söz konusudur.
Davacının, gerçek babası üzerine kayıt istemi ise anne ve baba arasında evlilik ilişkisi olmadığından baba yönünden soybağının düzeltilmesi davasıdır. Bilindiği üzere, çocukla ana arasındaki soybağı doğumla; baba arasındaki soybağı ise ana ile evlilik, tanıma ve hakim hükmü ile kurulur. Esasen soybağına ilişkin uyuşmazlıklarda, kişisel durum ile ilgili nüfus kaydında yer alan bilgi "doğru" olarak doğmuş ve kütüğe tescil edilmiştir. Bu doğru kayıt, daha sonra açılan bir dava, soybağının reddi veya sonradan evlenme yoluyla soybağına itiraz veya tanımaya itiraz veya tanımanın iptali yahut da Af Kanunları ile yapılan nesep düzeltmeye itiraz ile teknik olarak bir yanlışlığa dönüştürülmektedir.
Hal böyle olunca nüfus kayıtlarına babası ... hanesine onun kızı olarak 1826 sayılı Af Kanunu'na göre tescil edilen davacının mevcut kayıttaki baba adının iptali ile gerçek babasının hanesine kaydedilmesi davasında davacı ile babası ... arasında soybağı kurulacaktır. Bu haliyle davanın soybağı davası olarak nitelendirmesi gerekir.
Soybağına ilişkin hükümler 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 282. maddesi ve devamında düzenlenmiş olup aile mahkemelerinin görevi kapsamındadır. 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu'nun 36. maddesinde düzenlenen nüfus kaydının düzeltilmesi davalarına ise asliye hukuk mahkemesinde bakılır.
Davada, davacı ...'ün gerçek babası ... hanesine tescili istemi Türk Medeni Kanunu'nun 301 ve devamı maddelerinde düzenlenen babalığın tespiti istemine ilişkin olup, 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun 4.maddesinde 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun ikinci kitabından üçüncü kısım hariç olmak üzere (TMK.118-395) kaynaklanan bütün davalarda aile mahkemesinin görevli olduğunun hükme bağlandığı ve aile mahkemesi kurulmayan yerlerde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenen asliye hukuk mahkemelerinde davanın aile mahkemesi sıfatı ile görülüp karara bağlanması gerektiği dikkate alındığında, davanın babalık ve nüfus kaydının düzeltilmesi davası olarak tefrik edilip, eldeki davaya babalık davası olarak bakılması ve 1826 sayılı Af Kanunu'na göre tescilin iptali istemine ilişkin nüfus kaydının düzeltilmesi davasının bekletici mesele kabul edilmesi, davacının ... üzerindeki mevcut kaydının iptali isteminde ise, davanın nüfus kayıtlarındaki düzeltme davası olarak yeni bir esasa kaydedilip asliye hukuk mahkemesinde bakılmak üzere görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçe ile her iki dava yönünden de görevsizlik kararı verilmesi doğru görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün 6100 sayılı HMK'nin Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma sebebine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, taraflarca HUMK'un 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine 09.05.2019 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (mevzuat.sinerjias.com.tr)